Kariyer başarılarını şekillendiren, çok farklı esasları yöneten karakterler vardır. Dünya ve Türkiye lastik endüstrisinin yıllar içindeki dönüşümüne sadece tanıklık etmekle kalmayıp, bu dönüşümü yöneten ve yönlendiren isimlerden biriyle, Tatko Lastik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve CEO Vedat Özçelik ile buluştuk.
1987’de Goodyear’da başlayan bu yolculuk, sıradan bir kariyer hikâyesinden çok, bir vizyonerin serüveni oldu. Konvansiyonel lastiklerden radyal lastiklere geçişin sahadaki şahidi, lastik kaplamada yenilikçi bakışın öncüsü ve çok markalı perakende yapının kurucularından biri olan Özçelik; 40 yıla yaklaşan tecrübesiyle yalnızca iş değil, bir kültür inşa eden bir lider.
Bu özel söyleşide, lastiğin ötesine uzanan bir hikâyeyi; sektörün dününü, bugününü ve yarınını birlikte konuştuk.
LM: İlk profesyonel iş hayatınız Goodyear’da Kamyon Lastikleri Teknik Temsilcisi olarak başladı. O gün profesyonel olmak nasıl bir olgu idi, profesyonel çalışma donanımları ve şartları nasıldı?
Bir adım öncesine geçelim isterim. 1987 yılında Goodyear’da işe başladığımda, Türkiye lastik sektöründe üç önemli oyuncu öne çıkıyordu: Goodyear, Lassa ve Pirelli. Pazarın %90’dan fazlası da bu üç şirket arasında dağılıyordu. Üstelik bu şirketler yalnızca lastik sektörünün değil, Türkiye sanayisinin de devleriydi; Türkiye’nin en büyük 50 sanayi kuruluşu ve en çok ihracat yapan ilk 20 şirket arasındaydılar.
O dönemde böylesine güçlü yapıların parçası olmak büyük prestijdi; pozisyonu ne olursa olsun çalışıyorum demek, iş bulmak, başlı başına bir değer ve ayrıcalıktı.
Benim görevim, Türkiye’de kamyon lastiği pazarında önemli oranda henüz konvansiyonel lastiklerin hâkim olduğu bir dönemde, dünyada yeni yaygınlaşmaya başlayan ‘radyal lastiklerin’ filolara tanıtılmasıydı. Goodyear, bu amaçla sekiz kişilik bir teknik temsilci ekibi kurmuştu, ben de bu ekibin bir üyesi olarak İskenderun, Gaziantep ve Antakya bölgelerinden sorumluydum. Görevimiz sadece yeni teknolojiyi tanıtmak değil, aynı zamanda bu lastiklerin sağladığı avantajları aktarmak ve filoları konvansiyonelden radyal lastik kullanımına teşvik etmekti. Radyal lastik, doğru kullanıldığında konvansiyonel lastiğe kıyasla kilometre başına çok daha düşük maliyet sunuyordu. Ancak bu yeni teknoloji beraberinde daha fazla bakım ihtiyacını da getiriyordu.
Bizim işimiz, tulumumuzu giyip tırların altında sahada lastiklerin havasını, diş derinliğini, aşınma düzeyini ölçmek; elde ettiğimiz teknik bulgularla filoları bilinçlendirmek ve lastiklerin ömrünü nasıl uzatabilecekleri konusunda öneriler sunmaktı. Garaj yöneticileriyle birebir çalışıyor, verileri analiz edip raporlar hazırlıyorduk.
Sahada çalışmak, o günün koşullarında oldukça zorluydu. Kartal marka aracımız, tulumlarımız ve birkaç ölçüm aletimiz vardı. Klima yoktu, yaz sıcağında araç kullanmak, tüm gün güneşin altında kalan araçta direksiyonu tutmak başlı başına bir mücadeleydi. Güneşlik, kıymetli bir donanım sayılırdı. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim, arabamızın olması büyük şanstı aslında.
Ama tüm bu zorluklara rağmen yaptığımız işin bizim için anlamı çok büyüktü ve bu anlam bizi motive ederdi.
LM: Bütün bu şartlar içerisinde ilk işinizi kurma motivasyonunuz neydi?
Benim temel motivasyonumun hiçbir zaman “para kazanmak” olmadı. Bugün de değil.
Sektörde 40. yılımı tamamlamama sadece iki yıl kaldı. Bu süre içerisinde bir şeyler üretme, yeni bir şey inşa etme, bir şeyleri farklı yapmak ve değer yaratma arzusu oldu hep içimde.
İş hayatımın ilk yıllarında; Adana’da tanıdığım bir iş insanı vardı. Büyük bir nakliye şirketi vardı. Ve oldukça düzenli, etkileyici bir lastik kaplama tesisi kurmuştu. Radyal lastikler henüz yeni yeni sahada yer bulurken, doğru metodolojiyle kaplandığında bu lastiklerin iki, hatta üç katına kadar kullanılabileceğini, maliyetin dramatik şekilde düşebileceğini görüyorduk. Bu tesis beni derinden etkiledi. İskenderun’da böyle bir tesis kurabilir miyiz diye kendi kendime düşünmeye başladım. Ama elimde ne sermaye vardı ne de net bir plan. Sadece içimde bir kıvılcım vardı.
Derken bambaşka bir hayat yolculuğu oluştu, İstanbul’a taşındım ve iş hayatıma devam ettim. Fakat kaplama tesisi kurma fikri aklımdan çıkmadı. Bu kez Mardin’in önde gelen iş insanlarından amcamla bir araya geldik. Ona bu fikri açtım ve ikna ettim. Bu sırada, o dönemde Goodyear da Tatko’dan bir lastik kaplama tesisi kurmasını istiyordu. Proje bir süredir ortadaydı ama net bir adım atılamamıştı.
Amcamla İstanbul’da yer bakarken şöyle dedi: “Biz bir kaplama tesisi kuracağız, Tatko da yakın dönemde kuracak. Kırk yıllık hukukum var. Tatko’ya rakip olacak bir iş yapmam, yapamam.” Bunun üzerine Tatko’nun kapısını çaldım. Yalman ailesine süreci anlattım. Aslında ortada bir yıldır çözüm bekleyen bir konuda “Ben bu işi yaparım” dedim. Karar hemen alındı. İşte o gün hem Tatko hem de benim için dönüm noktası oldu. Yalman Ailesiyle birlikte nice zorlu süreçleri omuz omuza aşarak, sırt sırta vererek ve birbirimize duyduğumuz tarifsiz güvenle Tatko’yu bugünlere taşıdık. 38 yıllık kariyerimin 34 yılı Yalman Ailesi ile iç içe geçti. Böylesine uzun soluklu bir iş birliği, güvene ve sadakate dayalı bu kadar sağlam bir ortaklık kültürü, iş dünyasında nadiren görülür.
Bu adım, yalnızca bir iş kurmak değil; aynı zamanda sektörün geleceğiyle ilgili bir sorumluluğu üstlenmekti benim için. Ve bu yolculuk, bugün Tatko’nun temel taşlarından biri hâline geldi.
LM: Uzun iş yaşamınız, deneyimleriniz, bilginizle bugün iş yaşamının getirdiği donanım zenginliği, çalışma şartlarını değerlendirir misiniz?
Bu değişim yalnızca lastik sektörüyle sınırlı değil; aslında her alanda köklü bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşümün temelleri sanayi devrimiyle atıldı. Eskiden bir sürecin dönüşmesi, bir trendin yerleşmesi yıllar alırken; bugün artık aylar, hatta haftalar içinde büyük değişimlere tanıklık ediyoruz.
Bizim kuşağı düşünecek olursak teknolojik dönüşümün ilk halkasını yaşayan kuşaktı diyebiliriz. Evlerimize ilk giren teknolojik ürünler sırasıyla buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi oldu. Bunlara sahip olmak, o dönem için sosyoekonomik bir statü göstergesiydi.
Ardından bilgisayarlarla tanıştık. Pager yani çağrı cihazları geldi, o küçük ekranlarda iletilen mesajlar bile bizi hayrete düşürüyordu. Sonra araba telefonları, cep telefonları derken iletişim, mobilite ve bilgiye erişim kavramları adeta evrim geçirdi. Hatta sosyal medya paylaşımlarımda “SDF3 Formu”nu yazmıştım. Bu form, ilk işe başladığım yıllarda günlük faaliyet raporu olarak araya karbon kağıtla yazdığımız, zarfa koyup genel merkeze postaladığımız bir dokumandı. Hız bu kadardı, o dönemde.
Son 15 yılda ise oyun bambaşka bir ligde oynanıyor. Artık yapay zekâdan, algoritmaların bizim adımıza karar vereceği sistemlerden söz ediyoruz. İş süreçleri daha kısa, karar döngüleri daha hızlı.
Bu yalnızca bir teknolojik sıçrama değil; aynı zamanda üretim modellerini, yönetim anlayışlarını, tüketici davranışlarını da dönüştüren çok katmanlı bir devrim.
Bu dönüşüm sadece ürünlerle sınırlı da değil. Jeopolitik anlamda da çok ciddi bir değişim yaşanıyor. Örnek vermek gerekirse; biz iş hayatına başladığımızda sektörümüzde dünya pazarında üç-dört büyük oyuncu vardı. Bugünse Japonya’dan Kore’ye, oradan Çin’e kadar birçok ülke sadece üretimde değil, teknoloji geliştirme ve pazar payı açısından da güçlü aktörler hâline geldi.
Yani yalnızca lastikler değil, dünyadaki her şey hızla değişiyor. Önemli olan; bu dönüşümü görebilmek, doğru okumak ve adapte olabilmek.
LM: Nasıl bir yöneticisiniz? Çalışanlarınız sizi nasıl tanımlar?
Nasıl görünmek isterdim sorusunun cevabı çok net benim için: Anlayışlı, destekleyici, motive eden, çalışanlarının kişisel gelişimiyle gerçekten ilgilenen bir yönetici… Gerçekte nasıl algılandığımı ise ancak ekip arkadaşlarım anlatabilir.
Ama şunu söyleyebilirim ki 1960’larda doğmuş, 70’lerin siyasi ikliminde büyümüş bir nesil olarak bizler, ortaokul-lise çağlarında felsefe, tarih, siyaset gibi insan ve toplum odaklı konularla şekillendik. O dönemler konuştuğumuz temel değerlerin merkezinde insan vardı. Bu bakış açısı, beni şekillendiren önemli bir unsur oldu.
Bu sebeple gerek iş gerekse özel yaşamında insanların hayatına dokunma isteği bende hep güçlüydü.
Hayat ilerledikçe farklı çevreler, farklı insanlar tanıdım. En büyük dezavantaj zaman darlığı; ama en büyük avantajım ise gelişim yolculuğunda daha doğru yöntemler ve kaynaklara ulaşabilme imkânı bulmam oldu. Şuna inanırım: Kendisini geliştirmek isteyen birine katkı sunmak benim için her zaman bir mutluluk kaynağıdır.
Benim kişisel gelişim hikâyem de zorlu bir altyapıdan geçti. Çok güçlü bir eğitim geçmişim olduğunu söyleyemem. Yaşadığım coğrafya itibarıyla imkânlar sınırlıydı: Fizik dersi almadık, İngilizce öğretmenimiz yoktu, matematik hocamız bir yıl vardı bir yıl yoktu. O dönemde bir şey öğrenmek istiyorsan, kendi kendine öğrenmek zorundaydın. Bu yüzden benim üniversitemi sorduklarında “Ben Goodyear Üniversitesi mezunuyum” derim. Orası, derli toplu bilgiye ulaşabildiğim, bana kaynak sunan, beni sistemli bir şekilde geliştiren ilk yerdi.
O dönemde Bülent Ünal’ın liderliğini yaptığı eğitim departmanı sayesinde Türkiye’nin dört bir yanından, çok farklı sosyoekonomik kesimlerden gelen gençler olarak, aynı çatı altında eşit imkanlarla gelişme fırsatı bulduk. Goodyear bana hem bilgi hem hareket alanı sundu. Eğitimlerin yanı sıra, mobilite sayesinde yurt dışına çıkabildim. Maddi manevi destekle kendimi geliştirebildim. Elbette hiçbir şey kendiliğinden olmuyor. Merak çok önemli. Kimse size bir şey öğretemez; ancak siz içinde merak varsa öğrenirsiniz.
Bugün bir çalışan gelişmek istiyorsa, ben her zaman onun yanında olurum. Elimden ne geliyorsa yaparım. Çünkü gelişim yolculuğu bireysel olduğu kadar kolektif de bir süreçtir.
LM: Ve bugün yaşamın her alanında ortaklaştığımız Yapay Zeka ile büyüyen, eğitilen ve çalışan gençlere tavsiyeleriniz nedir?
Yapay zekâ, kendi içinde bir sürü tartışmayı barındırıyor. Bugün yalnızca teknolojik bir gelişme değil; aynı zamanda ahlaki, etik ve yasal açılardan çok boyutlu bir tartışma alanı. Dünyada hâlâ bu konuda bir mutabakat yok. OpenAI’daki yönetim değişiklikleri, Microsoft’un yatırımları bu alanın ne kadar dinamik, karmaşık ve yönsüz olduğunu gözler önüne seriyor.
Çok kutuplu bir dünyadayız artık. Çoklu kutuplar içerisinde Asya kendi teknolojik yolculuğunda önemli bir oyuncu; Amerika başka bir vizyonla ilerliyor. Avrupa ise daha çok regülasyon odaklı, daha “ağır çekim” bir yaklaşım benimsiyor. Ancak tüm farklılıklara rağmen ortak gerçek şu: Yapay zekânın insan yaşamı üzerinde çok büyük etkileri olacak. Ama bu süreci nasıl yöneteceğimiz, en kritik ve hâlâ cevabı net olmayan soru.
Bu değişim yalnızca teknoloji şirketlerini etkilemeyecek, lastik sektörü de bu dönüşümden nasibini alacak.
Tatko olarak bizim de dijital dönüşüm başlığı altında, verimlilik artırmaya yönelik ciddi çabalarımız oldu. Efor harcadık, yol aldık ama yeterince başarılı olduğumuzu söyleyemem. Ama son bir yılda ben ve yönetim ekibindeki arkadaşlarım arasında en çok düşündüğümüz, yönetime dair en sık dile getirdiğim konu da bu: Bizim çok daha etkili ve verimli çalışmamız gerekiyor. Sürekli daha iyisini arayan, ölçen ve iyileştiren bir organizasyon yapısına kavuşmamız şart.
Bugün sektörde kim bu alanda fark yaratırsa, kim yapay zekâyı süreçlerine entegre ederek katma değer üretmeyi başarırsa, oyunun kurallarını değiştirecek.
LM: Türkiye önemli bir lastik tarihine sahip, üretim, satış kanalları, çalışanlarıyla ile. Bugün aktif iş hayatında olan gençlerin, sizin iş hayatınızın başlangıcındaki Türkiye genel ekonomisi, genel içinde lastik endüstrisi, pazar yapısı, iş modelleri, markalar, ebatlar, ticari şartlar vs ile bugünü karşılaştırır mısınız?
Bu soru aynı zamanda benim iş hayatımın da özeti aslında.
Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda Türkiye’de resmi kayıtlı araç sayısı 3.000 civarındaydı, dolayısıyla lastik tüketimi de son derece sınırlıydı. 1950’lere kadar büyüme çok kısıtlıydı. Sonrasında hem Türkiye’de hem dünyada sanayileşme hız kazandı, ulaşımın önemi arttı ve lastik pazarı da yavaş yavaş hareketlenmeye başladı.
1960’lar, Türkiye’de sektörümüzün asıl şekillendiği dönem diyebiliriz. Bu yıllarda pazarda artık yalnızca ithalatçılar yok; üreticiler de oyuna dâhil oldu. Türkiye’nin önde gelen sanayi grupları yabancı teknoloji ortaklarıyla birlikte üretime girdi ve üç yıl içerisinde üç üretici üretime başladı: Koç Uniroyal; Tatko Goodyear; Pirelli Eczacıbaşı
1970’lerde ise bir kırılım yaşanıyor. İlk kez %100 yerli sermaye ile Türk şirketler sektöre adım atıyor. Aynı dönemde devlet eliyle kurulan Kırşehir fabrikası, 1990’larda özelleşiyor. Bu, devletin lastik üreticisi olmaktan çıkıp sektörü özel teşebbüslere devrettiği süreci başlatıyor.
2000’li yıllarda bir başka önemli dönüşüm yaşanıyor: Özkaynaklarıyla üretim tesisleri kuran Özka, Kolsan gibi yerli oyuncular devreye giriyor. Şimdi ise Afyon’da yeni bir üretim tesisi kuruluyor.
Son dönemde de ülkemize Çinli üreticilerin ilgisi artıyor; gelip gidiyorlar, pazarı yakından inceliyorlar. Çinlilerin Türkiye’de kalıcı olacaklarını düşünüyorum.
Tüm bu gelişmeler lastik endüstrisinin üretim ayağını oluşturuyor.
Bir de Türkiye’nin kendine özgü bir durumu var. Bu kısmı ikiye ayırmak gerekir: Gümrük Birliği öncesi ve sonrası. 1996 Gümrük Birliği öncesi, Türkiye kapalı bir pazardı. Üretici olmayan markaların pazara girişi çok sınırlıydı. Fakat Gümrük Birliği ile birlikte Türkiye dünyaya açılıyor. Bununla birlikte sektör renklendi, çeşitlendi. Dağıtım kanallarının değişimini destekleyen de bu oldu. Bir de Türkiye’nin rekabet hukukunu benimsemesi ve ilgili kurumların kurulması da bu dönüşümü destekleyen ikinci büyük adım oldu.
Bu iki lokomotif – Gümrük Birliği ve rekabet hukuku – sektörde köklü bir değişimin önünü açtı. Artık Türkiye’de yüzlerce marka var. Tek markalı, sınırlı sayıda oyuncunun olduğu kapalı bir pazardan; çok markalı, rekabetçi ve dinamik bir sektöre geçtik. Bugün çok markalı bayilik modeli sektörün temel dinamiği hâline geldi.
LM: Geçmişte tüm satış noktaları birkaç bin iken siz bugün milyon adetler de binlerce noktaya tedarik sunuyorsunuz. Türkiye’de ilk diyeceğimiz iş modelinizi bu anlamda değerlendirir misiniz? Bu iş modelinin Tatko için etki ve anlamı ne oldu?
Tatko’daki yolculuğum 1991 yılında Yalman Ailesiyle birlikte kurduğum lastik kaplama firması TATKAP ile başladı. O günden bu yana Tatko’yu ve Tatkap’ı sadece ticari bir şirket olarak değil, lastik sektörünün bir oyuncusu olarak gördüm.
İşim gereği yurt dışı seyahatlerimde, fuarlarda, sohbetlerde lastikle ilgili ne duyduysam ne gördüysem, hep aklımda şu vardı: “Bunu biz nasıl yapabiliriz?” İlham almaya açık, gözlemci bir yaklaşımla yola çıktım ve bu yaklaşım zamanla işimin ana karakteri haline geldi.
Benim içinde bulunduğum lastik sektöründe yeni, farklı olması gereken bir şey gördüğümde kendimi alıkoyamayan bir yapım var. Başta da söylemiştim, benim yolculuğumun temelinde para kazanmak olmadı hiçbir zaman; bu sektörde yapılabilecek bir şey varsa kendimi yapmakla sorumlu hissediyorum. Bir misyon gibi.
Kaplama malzemeleriyle ilgili eksikleri fark ettim, girişimlere başladım. Ardından iş makinesi lastik kaplamasına yöneldim. O dönemde bu alanda çok sınırlı sayıda oyuncu vardı ve kalite standardı olması gereken düzeyin çok altındaydı. Bu boşluğu bir fırsat olarak değil, bir ihtiyaç olarak gördüm ve yatırım yaptım.
Uzun süre kaplama tarafında ilerledikten sonra iş makinesi lastik kaplama malzemelerine odaklandım. İşe başladıktan çok sonra ise “yeni lastik satışı”na başladım.
İlk adım ticari lastiklerle oldu. Sonra iş makineleri lastikleri, ardından otomobil lastikleri geldi. Bu sürecin en çarpıcı noktasını ise kısa zamanda gördüm: Türkiye sınırlarını geçtiğinizde bambaşka bir lastik ekosistemi ile karşılaşıyordunuz. Türkiye’de, birçok ülkeden geri kalmış bir yapımız olduğunu fark ettim.
Dünyada çok markalı, bağımsız perakendecilerin kendi kararlarıyla iş yönettiği renkli bir yapı vardı sınırlarımızın dışında. Oysa Türkiye’de bu böyle değildi. Üretici olmayan hiçbir oyuncu ülke çapında büyüyemiyordu, perakende zincir kuramıyordu.
Ben bu düzenin dışında bir yapı kurmak gerektiğine 1990’lı yıllardan beri inanıyordum. Ama bu kolay bir iş değildi. Hem ciddi finansal kaynak hem güçlü bir insan kaynağı gerektiriyordu.
Zamanla bunu başardık. Ve Tatko, Türkiye’nin üretici olmayan ama çok markalı perakende kanalını kuran ilk şirketi oldu. 15 yıl önce bir hayalle yola çıktığımız yolda Türkiye’nin en büyük çok markalı lastik perakende kanalı LastikPark’a dönüştü. LastikPark, sadece bir zincir değil; içinde marka çeşitliliğini, yüksek hizmet kalitesini ve en önemlisi güveni barındıran güçlü bir ekosistem oldu. Sonra HerLastik, LastikVs ve Lastik Ustam perakende kanallarımızı ekledik. Ve şu an Türkiye’nin her noktasında tüketicilere hizmet veriyoruz.
Bu başarıyı sadece kendi yolculuğumun bir sonucu olarak görmüyorum. Türkiye’deki lastik perakendecilerine yeni bir oyun alanı açan, sektörde kendi ayakları üzerinde duran, iradesine sahip çıkan bir ekosistemin inşasında Tatko’nun önemli bir destekleyici ve öncü rol üstlendiğine inanıyorum.
LM: EV teknolojileri, otonom sürüşler, AI kullanımı otomotiv teknolojilerinde artık başrol oynuyor. Lastik endüstrisini bu anlamda nasıl konumlandırırsınız, doğal olarak da sizin fikirleriniz ve Tatko’nun pozisyonu ne olur?
Biz aslında temelde bir otomobil yedek parça tedarikçisiyiz. Ancak bizi bu alanda farklılaştıran çok net bir özelliğimiz var: Otomobil yedek parçası alanında faaliyet gösterip, aynı zamanda güçlü bir dağıtım kanalına ve tabelalı bir perakende yapısına sahip olan tek oyuncuyuz. Bu anlamda, yedek parça sektöründe adeta kendine özgü, müstakil bir endüstri gibi konumlandığımızı söyleyebilirim.
Otomotiv sektörü tarihinin belki de en radikal dönüşümünü yaşıyor. Ve bu değişimden ilk etkilenen ürün gruplarının başında lastik ve yedek parça geliyor. Araçlar artık geleneksel birer taşıt olmaktan çıkıyor; mobilite kavramının bir parçası haline gelen, aküyle çalışan yazılımlara dönüşüyor.
Çok katmanlı bir dönüşüm bu. Hem coğrafi hem teknolojik düzeyde. Bir yandan Çin’in yükselişine tanıklık ediyoruz. Bugün dünya sanayi üretiminin %30’u Çin’de gerçekleşiyor. Bu oran Amerika ve Avrupa’nın toplam sanayisini geçmiş durumda. Artık sadece “dünyanın fabrikası” değil; aynı zamanda gidip başka coğrafyalarda tesis kuran, doğrudan yatırım yapan küresel bir sanayi gücü haline geldiler. Önce Asya’da, şimdi Avrupa, Amerika ve Afrika’da aktif bir üretim ve yatırım dalgası oluşturuyorlar.
Dünya artık “Batı sanayisi” ile değil, Asya sanayisi ile şekilleniyor.
Otomotiv özelinde de tablo çok net: Çin bugün elektrikli araç üretiminin %70’ini karşılıyor. Batarya teknolojisinde ise açık ara lider.
Diğer yandan tüketim alışkanlıklarında da büyük bir kırılma var. Yeni kuşakların otomobille olan ilişkisi bizim gençliğimizden çok farklı. Artık gençler için bir araca sahip olmak bir öncelik değil; paylaşım ekonomisi gibi modeller daha cazip hale geliyor.
İşte bu büyük dönüşüm sürecinde biz de Tatko olarak sadece ayakta kalmayı değil, yön göstermeyi hedefliyoruz. Hızla değişen tüketici alışkanlıklarına ve teknolojilere uyum sağlayabilecek çeviklikte bir organizasyona sahibiz ve tüm bu değişimleri yakından takip ediyoruz
LM: Türkiye’de lastik endüstrisinin ve yenileme pazarının geleceği hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Bence Çinli yatırımcıların Türkiye pazarına girmesiyle birlikte lastik sektöründeki en önemli eksikliklerden biri olan rekabetçi dengenin tamamlanacağını düşünüyorum.
Genel olarak bakıldığında da Türkiye’yi hem tüketici hem de perakendeciler açısından daha iyi bir gelecek bekliyor. Türkiye gerek ekonomik yapısı gerek konumu gerekse sanayi altyapısıyla bu dönüşüme hazır bir ülke.
Ayrıca Türkiye, lastik sektörü açısından sadece bir pazar değil; bir üretim üssü olma potansiyeline de sahip. Bugün Avrupa kıtasında lastik üretim kapasitesinin artabileceği birkaç ülke kaldı: Sırbistan, Romanya ve Türkiye. Bu üçlü arasında en büyük fırsat alanı ve üretim kabiliyeti ise kesinlikle Türkiye’de. Hem iç pazar büyüklüğü hem coğrafi konumu hem de insan kaynağıyla Türkiye, bu sektörde çok daha büyük bir rol oynamaya aday.
LM: Tatko’nun geleceği ile ilgili nasıl bir yol haritası çizdiniz?
İki Tatko var aslında. Biri, 1927 yılında Yalman Ailesi tarafından kurulan ve 100. yılına yaklaşan Tatko… Diğeri ise, benim 1991’de lastik kaplama tesisi olarak kurduğum, zamanla farklı şirketlerle birleşerek 2016’da Tatko Lastik adı altında kurumsallaşan yapı. Şu anda bu yolculuğun lokomotifi Tatko Lastik diyebiliriz.
Bizim için en önemli kilometre taşlarından biri, 2027’de hem Tatko’nun kuruluşunun hem de lastik işine girişimizin 100. yılını kutlamak. Bu sadece bir tarih değil, bir kültürün, bir vizyonun, bir misyona dönüşen yolculuğun simgesi.
Bu 100 yıllık başarıyı bir son değil, bir sonraki 100 yılın temeli olarak görüyoruz. O yüzden bizim ana meselemiz şu: Bu başarı nasıl sürdürülebilir kılınır? Cevap ise aslında çok net, “kültür” ile. Girişimci, yenilikçi ve sürdürülebilir bir kurumsal kültür inşa etmek zorundayız. Ve bu ruhu, kültürü yeni kuşaklara aktarabilecek bir yapı kurmak zorundayız. Şirket içinde bu ruhu destekleyecek platformları, süreçleri ve liderlik anlayışını inşa ediyoruz. Bayrağı devralacak olan arkadaşlarımızın da bu kültüre yetkin hale gelmesi en büyük önceliğimiz.
Son birkaç yıldır da çok önemli değişiklikler yaptık. Bu yılın başında şirketimizi iki temel yapı üzerine kurguladık: Ticari lastikler ve tüketici lastikleri. A’dan Z’ye tüm süreçleri yöneten iki genel müdür yapısıyla daha çevik ve odaklı bir model kurduk. Ben ise artık daha çok strateji tarafındayım. Gündelik operasyonlardan sıyrılıp, şirketin orta ve uzun vadeli yolculuğuna odaklanıyorum.
Benim de yolculuğum aslında burada farklılaştı: Operasyondan çıktığım ve bana kalan zaman sayesinde yurtiçinde ve yurtdışında yeni fırsatlara yönelme imkânı buldum. Lastik özelinde hangi coğrafyada daha farklı ne yapabiliriz, ona odaklandım
Yurtdışında hali hazırda Kazakistan, İngiltere, Dubai, Irak ile devam eden yolculuğumuzda sırada Özbekistan var.
Bugün Kazakistan’da KZ-Trema ile yaptığımız yolculuğumuzda ilk baştaki işin hiçbir ilgisi kalmadı ama doğru insanla yola çıktığımız için Michelin’in iş makinası lastiklerinde en büyük partnerlerinden biri olduk. Yılbaşından bu yana Bridgestone’un da binek ve kamyon lastiklerinde exclusive distribütörüyüz.
İngiltere’de hali hazırda var olan İskoçya’da konumlanan şirketimiz bir yandan lastik dağıtımı yapıyor, diğer yandan İngiltere’nin güçlü dijital perakende oyuncularından Black Circle’ın en büyük tedarikçisi konumuna geldi. Ve T2 Global Industries bunun da ötesine geçecek.
Hiç şüphesiz yurt dışındaki en heyecan verici adım: T2 Global Limited.
T2 adını verdiğimiz yeni şirketimiz ise Lastik Girişim çatısı altında olacak ve Londra merkezli olarak faaliyet gösterecek. 11 Temmuz’da Panama’da sahneye çıkıyoruz. Pazar hedefimiz dar bir coğrafya değil; Kuzey ve Güney Amerika, Orta Doğu, Avrupa ve diğer tüm potansiyel bölgeler.
LG’nin dünyaya yayılma iddiasını taşıyan, önce tüketici lastikleri ardından ticari lastik segmentinde geniş bir global ağ kurma hedefi olan bir yolculuk bu. Premiere Lig’den bir takımla sponsorluk anlaşmamız da yolda. Bu sponsorluk da markanın küresel bilinirliğini güçlendirecek.
LM: Sektörün medyası açısından Lastik Magazin’i nasıl değerlendiriyorsunuz?
Lastik sektöründe olmasaydım kariyerimde “Gazetecilik”e yönelirdim sanırım. Çünkü ben çok meraklıyım. Her şeyi sorarım. Anlamadan, iç yüzünü kavramadan hiçbir işe adım atmam. Her şeyin etrafını, zeminini, ilişkilerini çözmeden ilerleyemem. Bu anlamda gazetecilikle iş yapış biçimim örtüşüyor.
Bu sektörün gazeteciliğini yapan bir yapının olması çok değerli. Hem istikrarlı biçimde yıllardır bu işi sürdürüyor olmanız hem de dijital platforma taşınarak yeni bir kuşağı sürece dahil etmeniz bir şans. Tebrik ediyorum. Gelişim, çok seslilik ve çeşitlilik önemli. Medya, bir yerde vicdandır. İletişimdir. Ve iletişim güçlendikçe bu çizginin korunacağına inanıyorum.
Sektördeki her şey benim için anlamlı. Gelişim, güçlenme, çok markalılık, çok seslilik… Bunlar beni hep heyecanlandırdı.
LM: Son olarak, genç profesyonellere ve yapay zekâ çağında büyüyenlere ne tavsiye verirsiniz?
Ne kadar doğru insanla bir araya gelirseniz, o kadar doğru işler yaparsınız. Dünyanın en iyi projesi bile, eğer doğru insanlarla hayata geçirilmiyorsa başarı şansı düşüktür. Ama sıradan bir fikri, vizyoner ve güvenilir insanlarla yola çıkarak başarıya dönüştürmek her zaman mümkündür.
Ben bugün 20’den fazla şirketin kurucu ortağıyım. Ancak hiçbirini tek başıma kurmadım. Her adımda birlikte yürüdüğüm insanları karakterine, vizyonuna, birlikte yol alabilme potansiyelimize göre seçtim. Hiçbir zaman sadece finansal ortaklık peşinde olmadım. Çünkü bir işi değerli kılan sadece sermaye değil, onu birlikte büyütecek ortak akıldır.
İş hayatım boyunca beni yönlendiren şey para kazanmak değil, bir misyon duygusu oldu. Doğru insanla birlikte, doğru şeyin peşinden gitmek… Benim için “lastik” hiçbir zaman sadece bir ürün olmadı. Mobilitenin gücüne, insanları ve fikirleri birleştiren yola, hayata dokunan hikâyelere inandım. Ve bu heyecan, hâlâ ilk günkü gibi içimde yaşıyor.
O yüzden gençlere tavsiyem şu: Kariyerinize yön verirken sadece işin “ne” olduğuna değil, “kiminle” yapıldığına da odaklanın. Birlikte yürüdüğünüz insanlar, hedeflerinize giden yolu ya kısaltır ya da tıkar. Doğru insanlarla birlikte çıktığınız her yolculuk, sizi hayal ettiğinizden daha ileriye taşıyabilir.
Vedat Özçelik ile gerçekleştirdiğimiz bu kapsamlı söyleşi, yalnızca bir kariyerin değil; bir vizyonun, bir kültürün ve sektörle kurulan derin bağın hikâyesiydi. Sektöre kattığı değer, temsil ettiği ilke ve taşıdığı sorumlulukla bugüne ışık, yarına ilham veren Sayın Özçelik’e bu samimi ve kapsamlı röportaj için teşekkür ederiz.
Lastik Magazin olarak, sektörün tarihini birlikte yazmaya devam ediyoruz.